ŞELALEDEKİ MAVİ ÖNLÜK
Küçüktüm. Şelalenin hemen yanındaki küçük ahşap evimizde en sevdiğim pencerenin önünde
oturuyordum. Şelalenin rahatlatıcı sesi adeta "Gel." dermiş gibi
kulaklarımdaydı. O sırada bulutların ışıltısı beni mest ediyordu. Dışarıya çıkmak istediğimi fark ettim. Hemen umutlu
bir acelecilik ile merdivenlerden indim. Küçük evimizin büyük
gıcırtılı kapısından geçerken
evde kimsenin olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Annem içeride olsaydı naif ama muzip sesiyle
"Nereye küçük
adam?" derdi. Babam da kullandığı sigara yüzünden beş
dakikada bir öksürdüğü için onun
kesin öksürük sesini
duyardım. İkisi de yoktu. Bunu fazla düşünmeden kendimi dışarıya attım. Rüzgar o kadar çok esiyordu ki sanki beni eve doğru itmeye çalışıyordu. Rüzgar estikçe inadına daha fazla koşuyordum. Birden yere
baktığımda kırmızı lekeler görmeye
başladım. Sanki yerdeki taşları birisi bile isteye kırmızıya boyamıştı. Kırmızı
renkteki taşlar gözümü
yakıyordu. Sadece yere bakarak yavaş yavaş yürümeye
başlamıştım. Artık rüzgar
umrumda değildi. Birden olduğum yerde kaldım. Gözlerim sımsıkı kapalıydı. Gözlerimi o kadar sıkı kapatmıştım ki göz kaslarım acıyordu. Hafifçe başımı dikleştirdim ve gözlerimi açtım. Şelalenin hemen önünde mavi
önlüklü birinin
yattığını gördüm. Gözlerimi gezdirdikçe annemin o sarı güzel saçlarını, daha aşağı indikçe de taşların kırmızı olmasını sağlayan
boyayı gördüm. Olduğum yerde sanki toprak beni içine almaya çalışıyordu. O an gördüklerimi
idrak edemiyordum. Sonra arkamdan babamın kalın titrek sesini duydum. "Oğlum"
demişti. Arkama doğru bakamıyordum. Gözlerimi
annemin mavi önlüğünün üzerindeki
kırmızı boyalardan ayıramıyordum. Babam bu sefer daha ağlamaklı bir sesle
"Oğlum, özür dilerim" demişti. Bu sözü
duyduktan sonra bütün bedenime kaygı bulaşmıştı. Babama döndüm.
Babamın yüzünde de kırmızı boyadan vardı. Siyah ceketi
kıpkırmızı ve ıslaktı. Ayakkabısının hemen yanında kırmızı boyadan nasibini alan
bir bıçak
vardı. O bıçağı görür görmez yavaş yavaş neler olduğunu idrak etmeye
başlamıştım. O kırmızı boya değildi o kandı. Babam dizlerinin üzerinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Tek söylediği şey "Özür
dilerim." idi. Bütün duyularımla sadece babamı izliyordum. Babam
her özür dilediğinde sanki içimde bir şey kopuyordu ve koptukça içimde
asla dolduramayacağım derin bir boşluk oluşuyordu. Sonrasında anlayacaktım ki o
boşluk hiçbir
zaman dolmayacaktı.
Kapının çarpmasıyla uyandım. Vücudumun uyuştuğunu anlamam ile kendime
gelmeye çalıştım.
Ne olmuştu bana? Evet evet. Yine eskilerime dalıp bugünümü unutmuştum. Bu sıralar anda kalmak için büyük çabalar versem de bir türlü geçmişimi unutamıyor, babamın her özür
dileyişinde oluşan boşluğu yıllar geçse de
dolduramıyordum. Geçmişe
tekrar dalmamak için ayağa
kalktım. Dışarıda resmen tufan vardı. Kırmızı boyaları gördüğüm zamanki gibi güneşli günlerdense yağmurlu günler daha hoşuma gitti hep. Ama hiç yağmurun bu kadar çılgın yağdığını görmemiştim. Camımı zorlansam da kapattım. İçime bir titreme geldiğini fark edince
yumuşak ceketimin fermuarını çektim.
Fermuarımı çeker çekmez küçük ahşap evimin büyük
gıcırtılı kapısının çaldığını
duydum. Kim olabilir ki diye düşünür iken
internetten temizlik hizmeti veren bir siteden bir günlüğüne temizlik hizmeti satın aldığımı
hatırlamıştım. Kapıya doğru yürüyüp kapıyı
açtım. O sarı saçları gördüm.
Saçları
yağmurlu havada güneş gibi parlıyordu. Yeşil gözlerine
baktım. O annem miydi? Ya da anneme çok
benziyordu. O şaşkınlıkla yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Hemen
kapıyı kapattım. Şu anda beynim bedenime hükmedemiyordu.
Kendi kendine saçmalıyordu. Kapının ardındaki anneme çok
benzeyen kadın "Temizlik şirketinden geliyorum." diye seslenince bütün gücümü
kollarıma verip kapıyı açtım. Yeşil gözlerinde
kendimi kaybettiğimi anlayınca "Kusura bakmayın. Sizi birine
benzettim." dedim onun şaşırmış gözlerinden
gözlerimi çekip.
"Lütfen içeriye
buyurun." dedim. Temizlikçi kadın içeride yürürken
sanki annem hayatta da eve ziyarete gelmiş gibi hissettim. Bu his yıllar önce içimde olan
boşluğu bir nebze de olsun doldurmuştu. Kadın bana döndü ve
"Evinizin yeri çok güzelmiş. O şelaleyi görünce
kendimi cennette gibi hissettim." dedi. Sonrasında aceleci bir tavırla
"Siz evde mi olacaksınız?" diye sordu. Bu soruyu hiç
beklemiyordum. Ayrıca ilk defa bir temizlikçiyi evime
çağırıyordum
ve evden çıkıp çıkmama
konusunda hiçbir
fikrim yoktu. Ben de "Hayır şimdi çıkacaktım
aslında. Sizi bekliyordum." dedim. Bu sözcükler o
kadar istemsiz çıkmıştı ki ağzımdan söylemeden önce değil
söylemeden
sonra anlamlandırabilmiştim. Kadın naif ama muzip sesiyle "Tamam ben siz çıktıktan
sonra başlarım o zaman. " der demez "Tamamdır. Kolay gelsin."
deyip kendimi dışarıya atıp kapıyı kapattım. Yağmur eski etkisini kaybetse de
yağmaya devam ediyordu. Uzun zamandır bu eve kimse girmemişti. Zaten insanlarla
fazla işim olmazdı. Şelaleye doğru yürürken
temizlikçi kadının
buraya cennet demesini düşünüp duruyordum. Oysa ki burası benim için
cehennemdi. Bu olayları burada yaşamamış olsaydım ya da hiç yaşamamış olsaydım
fikrim farklı olabilirdi tabi ki. Geçmişime,
geleceğime, şu anıma dışarıdan bakmak için çaba sarf
ettim her zaman. Dışarıdan baktığımdan doğrunun ve yanlışın ne olduğunu
anlayabilecektim böylece. Ancak bu çabanın hiçbir işe
yaramadığını kendime itiraf edemiyordum. Bu sırada Mevlana'nın bir sözü geldi
aklıma. "Yanlış ve doğru hakkındaki fikirlerimizin ötesinde
bir alan var. Sizinle orada buluşacağım. Ruh çimenlerinin arasına uzandığında, dünyanın doğru yanlış fikirlerinize ihtiyacı
olmadığını göreceksiniz."
Geçmişimde
kalarak geleceğimden şüphe ederek doğru yanlış döngüsünde
kaldığımı kabullenememiştim ve bir kere olsun o çimlerde
uzanıp anı yaşamayı hiçbir zaman becerememiştim. Bunu şu anda yapabilir
miydim? Şelalenin biraz ilerisindeki çimlere
uzandım. Yağmur yağdığı için çimler ıslaktı ama umrumda değildi. Yatmıştım ilk
defa şu anımı düşünmek için hazır
hissetmiştim kendimi. Havanın soğukluğu yüzümde ve
ellerimdeydi. Islaklık hissini duyunca babamın ıslak kanlı ceketi aklıma geldi
ve bilinçaltımdaki
bir ses "O bir katil." diyerek bütün beynime
süzülmüştü. Başaramıyordum.
Anda kalamıyordum. Doğruyu yanlışı sürekli
sorguluyordum. O sırada bir leylek gördüm. Hemen önümdeydi. Hiç bu kadar
yakından bir leylek görmemiştim. Leylek resmen onu takip etmemi
istiyordu. Onu takip ederken şelalenin ters tarafına doğru yürüdüğümü fark ettim.
O sırada bir silah sesi duydum. Şelale tarafından geliyordu. Silah sesine doğru
koşarken bir dejavu yaşıyormuş gibi hissettim. Aynı yerde, aynı mavi önlük ile,
aynı kırmızı boyayla yerde yatan bir kadın… Anneme benzettiğim temizlikçi kadın
annemle aynı şekilde can veriyordu. Oysa ki cennete benzetmişti burayı. O an
anladım ki bu döngüden çıkmam için
gelmişti leylek. Döngüden çıkıp yeniden doğmak için. O
anda leyleğin peşinden gitmeliydim. Mevlana'nın bahsettiği gibi doğrudan ve
yanlıştan arınıp o çimlere uzanmalıydım.Gülümser Altın
Felsefe Hazırlık
Yorumlar
Yorum Gönder